Kimler endişe duyuyor bilemiyorum ama bilimsel bulgular sperm sayısındaki düşüşü destekleyen şekilde gelişmiyor. Marion Boulicault ve Meredith Reiches’ın ünlü The Guardian Gazetesi’nde bu konu hakkında beraber yazdıkları bir yazı var ve oldukça dikkat çekici. Sperm sayısında azalma neden olur? Bu durum hakikaten endişelenmesi gereken bir durum mu? Ardı arkası kesilmeyen bu soruların yanıtını, bu yazıda da akademi dünyasının birer ferdi olan iki insanın fikirlerinin yanında kendi bilgilerimi de ekleyerek vereceğim.
Sperm Sayısında Azalma Nedir?
Tıp literatüründe “oligospermia” olarak adlandırılan düşük sperm problemi, orgazmla gelen meni sıvısında bulunan sperm miktarının normalden daha az olması tanımlanmaktadır. Bu anomaliyi sayısal verilerle ifade etmek gerekirse, düşük sperm problemi yaşayan bir erkeğin 1 ml’lik menisinde 15 milyondan daha az sperm bulunmaktadır.
Sperm Sayısında Azalma Neden Olur? Sperm Sayısı Neye Bağlıdır?
İstatiksel veriler, her veri gibi halka açık bir şekilde yayınlandığı zaman oldukça yanıltıcı olabilir. Daha da tehlikelisi, aslında doğru olmayan bir şeyin “kesin” bir gerçekmiş gibi algılanmasına sebebiyet verebilir. Örneğin -tamamen atıyorum- “Veriler, sigara içen insanların coronavirüs yüzünden ölme oranının daha yüksek olduğunu gösterdi!” diye bir haber gördünüz. Haberdeki cümle önerme olarak doğru olabilir. Fakat bilimsel açıdan kesinlikle eksikken, hatalı olma olasılığı da hayli yüksektir. Çünkü veri için kullanılan insanların yaşlarını, diğer hastalıklarını, cinsiyetlerini hesaba katmadan veri okumak bilimsel olarak doğru değildir. İki faktör arasındaki bağlantıyı incelerken, başka hiçbir faktör yokmuş gibi davranmak bilimsel açıdan yanlıştır.
Peki tüm bunları neden anlattım? Çünkü çalışma sonucunun güvenilirliğini kıran bir diğer etken, sperm sayısını etkileyen faktörler. Sperm sayısı:
- Erkek yumurtalıklarını baskılayan iç çamaşırları
- Egzersiz
- Yaptığınız banyonun sıcaklığı
- Mevsim gibi birbirinden farklı etkenlere göre değişiklik gösterebilmektedir.
Fakat çalışmada bunların hiçbirine yer verilmiyor. Eğer ki denildiği gibi “kirliliğin” sperm sayısındaki azalmaya sebep olduğu görüşünü desteklersek, eh kulağa çok mantıklı gelmiyor. Çünkü bunu kabul ettiğimiz zaman, dünyanın tüm kirli bölgelerinde yaşayan erkeklerin çoktan kısır olması gerektiğini de kabul etmemiz gerekiyor. Ama böyle bir şey yok. Yapılan çalışma da tam olarak bu sebeple sadece “Batı” bölgesini incelerken, genelde doğu kısımlarda kalan “Diğer” bölgesini es geçiyor. Sebep? Yeterli veri yok. Yersen.
Sperm Sayısındaki Azalma ve Manipülasyon
Araştırmacıların birçoğu, 1970’lerden beri Batı dünyasında yaşayan erkeklerin ürettiği sperm sayısındaki düşüş hakkında endişeli. Duyulan endişe o kadar yüksek ki 21. yüzyıl bitmeden erkeklerin kısır olacağını söyleyenler bile var. İşin aslı, duyulan endişelerin çoğunun yersiz olduğu. Çünkü erkek spermi hakkında elde edilen veriler, strese neden olacak sonuçlar içermiyor. Üstelik, her ne kadar duyulan korku giderek yayılsa da.
Peki duyulan endişenin neden kimse önüne geçmiyor? Veya bir yetkili açığa çıkıp gerçekleri açıklamıyor? İki sebebi var: Birinci neden ideolojik kaynaklı, ikinci neden ise finansal bir manipülasyon. Böylece sperm sayısındaki düşüş gibi maskülenlik ile özdeşleşmiş bir fenomen, iki türlü de rahatlıkla insanları manipüle etmek için kullanılabiliyor. Erkeklere -dolayısıyla ailelere ve toplumlara- yönelik sperm sayısı üzerinden korku yaymaya elverişli bir ortam yaratılabiliyor.
İdeoloji için “Avrupa’da beyaz erkekler üreyemiyor!” diyerek bir siyasi propagandayı rahatlıkla bir topluma sunabilirsiniz. Maddi açıdan ise herhangi bir ürünün içerisindeki “zararlı bir maddenin” erkeklerde kısırlığa neden olabildiğini ileri sürebilirsiniz. Veya tam tersi, aslında zararlı olan bir madde milyarlarca dolarlık bir sektörü baltalayacağı için aniden zararsız olarak nitelendirilebilir. Her açıdan maskülen bir anlayış ile dizayn edilmiş bir dünyada, yukarıdaki yöntemleri kullanarak insanları kandırmak hiç de zor olmayacaktır.
Korku 2017’de Yeniden Alevlendi
Eğer ki Twitter üzerinden “Bizleri kısır yapmak istiyorlar!” diye tweet atmak isterseniz, seçim sizin. Fakat benim önerim, verileri ve yapılan çalışmaları yeniden inceledikten sonra hareket etmeniz. 2017’de, son 40 yıl boyunca spermler üzerinde yapılmış araştırmaları derleyen bir çalışma yayınlandı. Yayınlanan çalışma, “Öleceğiz! İllumunati ve Mason Locası dünyanın sonunu getirecek!” endişelerini beraberinde getirdi. Yapılan çalışmada;
- “Batı” bölgesi olarak; ABD, Kanada, Batı Avrupa, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler nitelendirildi. Batı bölgesi ülkelerinin ortak özelliği ise hepsinin çoğunlukta beyaz ve varlıklı erkekler içermesiydi. Bu bölgelerden elde edilen spermlerin analizleri yapıldı. Analizler sonucunda, sperm sayısında 1973’ten bu yana %50 oranında düşüş yaşandığı raporlandı.
- “Batı” bölgesinin dışında kalan sperm verileri ise “Diğer” olarak adlandırıldı. “Diğer” kategorisinin analizini yapmak için yeterli veri olmadığı çalışmada belirtildi.
“E %50 düşmüş işte, demek ki adamlar haklı? Neye karşı çıkıyorsunuz?” Güzel soru. Karşı çıkılan şey, ortalıkta herhangi bir kıyamet senaryosunun olmayışı. Çünkü sperm sayısı ile doğurganlığı belirleyen sperm kalitesi hakkındaki doğrusal ilişkiyi destekleyen herhangi bir veri yok. Kısacası “nerede çokluk, orada bolluk” mottosu spermler için geçerli değil. Spermlerin dölleme fonksiyonu, sayılarından bağımsız bir şekilde işlevselleşiyor. Ürettiği sperm sayısı normale göre oldukça az bir erkek 10 çocuğa sahip olabilir. Fakat aynı zamanda, ürettiği sperm sayısı ortalamanın oldukça üstünde olan bir erkek ise yıllar boyunca çocuk sahibi olmak için doktor doktor gezinebilir.
Sperm sayısındaki azlığa neden olan durumları, uzman bir görüşten dinlemek isterseniz; Sperm Azlığı Nedir, Belirtileri ve Nedenleri Nelerdir? başlıklı çalışmayı inceleyebilirsiniz.
Çalışmanın Arkasındaki Gizli Irkçılık
Ayrı bir konu olarak, bir bilimsel yayında “Batı” ve “Diğer” gibi kategorilerin yapılması oldukça utanç verici. İçerisinde ırkçılık ve gizli “beyaz üstünlüğü” düşüncesi barındıran, çirkin bir gizli manipülasyon propagandası.
Bütün bunlar bir yana, görünüşte ürkütücü ve kıyamet habercisi olan bulgular sadece doğal bir döngünün parçası da olabilir. Araştırmalara göre testosteron ve progesteron gibi üreme hormonlarının seviyelerinde iniş ve çıkışlar olması gayet olağan bir durum. Ayrıca doğurganlık üzerinde hiçbir etkisi de yok. Peki ya sperm sayıları da hormon oranı gibi değişebilir mi? Cevap evetse de hayırsa da araştırmacılar bahsettiğim olasılığı dikkate almaya istekli görünmüyorlar.
Özetle
İnsan nesli elbet bir gün tükenecek. Her şeyin sonu olduğu gibi bizim de sonumuz gelecek, fakat bu sperm sayısındaki düşüş nedeniyle olmayacak. Araştırmalardan çıkaracağımız tek bir ders var; erkeklerin üreme sağlığının çevre kirliliği gibi dışsal faktörlerden ne kadar etkilendiği konusu hakkında ne kadar bilgisiz olduğumuz. Yüzyıllar boyunca kadınların doğurganlığı üzerine çalışmalar yürütmüş maskülenliğin kalesini tutan cinsiyetçi bilimsel kaynaklar, erkeklerin doğurganlık faktörlerini nasıl gözden kaçırmış olabilir? Ayrıca küresel kimyasal endüstri tarafından fonlanan bilimsel akademik yazılar, plastiğin asıl tehlikesini atlamamıza sebebiyet veriyor. Bu sebeple zengin olan “beyaz” erkeklerin doğurganlığı bir norma dönüşürken, dünyanın geri kalanı için üç maymun oynanıyor.
Yapmamız gereken en önemli şey bilim için bilimi desteklemek. Bağımsız, etik ilkelerine bağımlı, gizli, her türden cinsiyetçi ve ırkçı görüşleri açığa çıkaracak bilimsel kuruluşların kurulumunu ve yayılımını desteklemek. Bir şeylerden endişe etmek istiyor musunuz? İşte size endişe etmek için güzel bir neden.