Ida, 2013 yapımı bir Polonya filmi. Sosyolojik ve psikolojik gelişimde, kişilerin üzerine toplum ve çevre tarafından yapıştırılan ideolojik kavramlar üzerine bir yapım. Filmin dikkat çeken yönlerini ve hakkında izlemeden önce bilmeniz gerekenleri Ida filmi incelemesi yazısında belirteceğim. Ayrıca filmin felsefi, psikolojik ve sosyolojik incelemelerini de yazımda bulabilirsiniz.
Ida Filmi Konusu
Ida filmi, 1960’lı yıllarda Polonya’da geçiyor. Doğduktan sonra manastıra bırakılan Anna isminde bir kızın rahibe olma öyküsü anlatılıyor. Anna, doğduktan sonra manastıra bırakılan bir kız. Bütün gelişimi de manastırda ve kilise öğretileri ile gerçekleşiyor. On altı yaşına geldiğinde rahibe olması için yaşayan bir akrabasından izin alması gerekiyor. Bu yüzden de yaşayan tek akrabasına ulaşması gerekiyor, o da teyzesi. Fakat teyzesi bir Yahudi.
Daha detaylı anlatımıma geçmeden önce, çekim açılarına değinmem gerekiyor. Yönetmen Paweł Pawlikowski daha önce fotoğrafçılık yapmış olmalı ki her sahnede bir sanat eserine bakmış izlenimine kapılıyorsunuz. Film genel olarak ağır ve diyaloglara gömülmüş geçse de, çekim açıları ve yönetmenin ustaca çekim açıları sizi hiç sıkmıyor.
Filmin konusuna geri dönerken sürpriz kaçıran ifademi burada kullanmak durumundayım, çünkü yazının devamında detaylı bir inceleme yer alacaktır.
Ida Filmi İncelemesi
Anna, rahibelik yeminini etmeden önce teyzesi ile irtibata geçtiğinde, manastır ondan dünya da yer alan bütün zevklerden tövbe etmesini ister. Bunu yapmadan önce de teyzesinin yanına giderek ondan izin alacaktır. Ancak teyzesi ile buluştuğunda, onun Yahudi olması onu oldukça şaşırtmıştır. Ancak teyzesi sıradan bir Yahudi değil, Yahudi mahkemelerinde bir savcıdır. Yahudi katliamından sorumlu olan askerler ve Yahudileri ihbar eden insanları yargılamaktadır. Anna da ailesinin geçmişini öğrendiğinde, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında uyguladığı Yahudi katliamından kaçmak için büyük mücadeleler verdiğini keşif eder. Sonrasında ailesinin mezarını bulmak için teyzesi ile birlikte yolculuğa çıkar.
Teyzesi ile birlikte Anna’nın doğduğu eve giderler. Burada yaşayan insanları gördüklerinde, olayı araştırmaya koyulurlar. Sonunda teyzesi mevkisini kullanarak aileyi tehdit eder ve gerçeği öğrenirler. Fakat gerçeği öğrenmek karışılığında aileyi mahkemeye vermeyeceklerdir, onlar da Anna’nın annesinin ve babasının yerini gösterecektir.
Gerçeği anlattıklarında teyzesi ve Anna büyük bir şok yaşarlar; Ailesi, onları koruması için komşuları ile anlaşırlar. Fakat anlaştıkları komşuları onlara zaman içerisinde ihanet eder ve Alman askerlerine onların yerlerini söyler. Sonrasında ailenin sahip olduğu bütün mal varlığını kendi mallarına ekler. Fakat Anna’nın ölümüne göz yummazlar ve Alman askerleri geldiğinde Anna’yı kendi çocukları gibi tanıtırlar. Anna’yı da askerler ayrıldıktan sonra manastıra bırakırlar.
Anna ve teyzesi bu yolculuk boyunca bir çok konu hakkında sert tartışmalar yaşamıştır. Bunlardan en dikkat çekeni ise, teyzesinin Anna’nın rahibe olması ile ilgili problemi olmadığını belirtmesinden doğmuştur. Tüm film boyunca Anna, teyzesinin kendisine engel olmaya çalıştığını zannetmektedir. Fakat teyzesi onu korkaklıkla suçlamaktadır. Dünyevi zevklerden hiç birini tatmadan ya da yaşamadan, cennete kısa yoldan gitmek ile onu suçlamıştır.
Filmin sonlarına doğru, Anna teyzesinden ayrılarak manastıra yemin etmek için geri dönmüştür. Ancak aldığı haber ile tekrar geldiği yere geri dönmek zorunda kalmıştır. Çünkü teyzesi intihar etmiştir. Teyzesinin intiharından sonra varlığını sorgulayan Anna, teyzesi ile yolculuğunda tanışan bir erkek ile buluşmaya karar verir. Rahibe kıyafetlerini çıkartarak, teyzesinin kıyafetlerini giyer. Makyaj yapar, topuklu ayakkabı giyer. O adam ile buluşmaya gider, dans eder, alkol içer, elini tutar, adama aşık olur ve adam ile cinsel ilişkiye girer.
Kişisel bir not ekleyerek devam edeceğim, şimdiye kadar ben de Anna’nın değiştiğine ikna olarak bu kısımları izledim. Ancak filmin son diyaloğunda her şey ortaya çıkıyor; Anna yatak içerisinde, yanında olan erkek ile şu konuşmaları yaşıyor:
Erkek:Ne Düşünüyorsun?
Anna: Düşünmüyorum
Erkek: Bir kaç konser vermek için gidiyoruz, gelmek ister misin? Sen hiç denize gittin mi?
Anna: Hiç bir yere gitmedim.
Erkek: Birlikte gideriz o zaman. Beni dinlemeye gelirsin kumsala…
Anna: Sonra?
Erkek: Sonra bir köpek alır, evlenir, çocuk yapar, ev kurarız.
Anna: Sonra?
Erkek: Her zamanki gibi sorunlar, hayat işte…
Film burasında beni yaşayabileceğim en büyük şoklardan birine soktu. Teyzesinin evinde yatakta erkeği bırakarak, rahibe kıyafetini giyerek Anna uzaklaştı. Manastıra geri dönerek tövbe etti. Film ile ilgili senaryo kısmı aşağı-yukarı bu kadar.
Filmi yazımın devamında felsefi, psikolojik ve sosyolojik olarak ayrı parantezlerde incelemeye çalışacağım.
Sosyolojik Olarak İncelendiğinde Ida Filmi
İnsanların ideolojilerin kurbanı olmaları sık görülen bir durumdur. Anna da film içerisinde bunlardan biri. Ailesini katleden bir ırkın parçası olması çocukluktan başlayarak içerisinde bulunduğu; kültür öğeleri, ahlak yapıları ve düşünme sistemi ile etkileniyor. Sonunda radikal bir hayat yapısına geçmek durumunda kalıyor. Ancak kendi benliği ise burada çok derinlere hapsoluyor. Yukarıda belirttiğim diyaloglar sırasında yüzünde gülümseme olan Anna, film de gerçek Anna olarak görebildiğimiz tek an.
Modern toplum yapısından çok daha öncesinde ideolojilerin içerisinde olan radikal davranış kalıpları, insandan insana aktarılmaya devam ediyordu. Günümüz Türkiye’sinde bunun ile ilgili çokça örnek bulmak mümkündür. Çeşitli dini cemaatlerde yetiştirilen çocuklar ve özgürlükçü düşünce anlayışı ile yetiştirilen çocuklar arasında büyük bir fark yatmakta. Film de temel olarak şu soruya yanıt aramakta: Belirli radikal davranışa mensup bireylerin temelinde ideolojiye olan bağlılıkları mı yoksa gelişimini sürdürdükleri çevre faktörü mü yer almaktadır?
Psikolojik Olarak İncelendiğinde Ida Filmi
Ida filmi, gelişim psikolojisi ile doğrudan ilişki halinde. Kişinin gelişiminde yaşanan faktörlerin, kişinin kararlarına ve hayatına doğrudan etki ettiğini gözler önüne seriyor. Film aslında sosyal bir deney havasında ilerliyor, Yahudi katliamından kurtulan bir kızın rahibe olması çok olası bir durum değil. Ancak Hasan Sabbah öykülerinde fedailerin gelişimi gibi, zaman içerisinde kendini olduğu kişiden çok, çevresi tarafından empoze edilen kişiye büründürülüyor.
Ayrıca filmin son sahnesinde, Anna’nın kendinden vazgeçmesi fazlası ile ironik bir sahnedir. Çünkü bu vazgeçiş aslında, kendi benliğinin sırlarını öğrenmeye dönük bir çabadır. Erkek ile buluştuğunda, birlikte olduğunda ve hayal kurduğunda aslında çoktan kararını vermiştir. Fakat kendi benliğini uyandırarak, hayatı boyunca onu yanında tutmaya karar vermiştir. Günümüzde radikal ideolojilere mensup olan kişilerim empati yetkinliğini arttırması açısından da hoş bir örnektir. Anna, teyzesinin ona aslında anlatmak istediği her şeyi anladığı da böylece anlaşılmıştır.
Felsefi Olarak İncelendiğinde Ida Filmi
Film içerisinde; etik felsefesi, varlık felsefesi ve mantık felsefesi temel olarak irdeleniyor. Etik olarak bakıldığında; İdeolojilerin bize kattığı ahlak yapısının doğruluğu ve yanlışlığına değiniliyor. Varlık felsefesinde ise, Anna’dan çok teyzesi ön plana çıkıyor. Teyzesinin sürekli olarak ona kanıtlamaya çalıştığı özgür iradesi, ancak teyzesi kendi varlığını sonlandırdığında mümkün olabiliyor. Mantık felsefesinde ise Anna, teyzesinin ona korkakça dünyevi zevklerden kaçıyorsun dediği sahnede kısa bir süre için geçiş yapılıyor. Anna korkusuzca rahibeliğinden kısa bir an için ayrılıyor ve ailesi ve teyzesi ile yan yana büyüseydi nasıl bir hayat yaşayacağını keşif ediyor.