Witcher, Netflix’de yayınlan 8 bölümlük serisinin ardından tekrar gündeme geldi. Daha önce yayınlanmış kitapları ve oyunlarıyla, hayran kitlesini genişletmeyi başaran seri, Netflix yapımıyla da etkileşim havuzunu olabildiğince genişletmeyi başarabildi. Witcher Dizisi İnceleme içeriğimde sizlere, sekiz bölümlük serinin, kitaplardan bağımsız şekilde incelemesini bölüm bölüm yayınlayacağım. Eleştirilerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşmaktan çekinmeyin.
Witcher 1. Bölüm İncelemesi: The End’s Beginning
The Witcher dizisinin birinci sezonu, serinin ilk iki kitabındaki hikâyelerin harmanlanmasından oluşuyor. Ama dizideki bölümler kitaplarla aynı sırada değiller. Örneğin “Sonun Başlangıcı” adlı ilk bölüm “Son Dilek” adlı derlemedeki üçüncü hikâye olan Ehvenişer’den (The Lesser Evil) uyarlanmış. Pamuk Prenses başta olmak üzere kulelere kapatılan prenses masallarının karanlık bir anlatısı olan bölümde Renfri adındaki bir kadın ile Stregobor adlı bir büyücünün arasındaki kan davasına karışan Geralt’ın yaşadıklarına şahit oluyoruz.
Açılış bölümü olarak bu hikâyenin kullanılması zekice olmuş. The Witcher evreninin kaotik ve karmaşık durumunu özetleyen bu bölümde, her zaman olduğu gibi hangi tarafın iyi ya da kötü olduğuna bir türlü karar veremiyoruz. İlk başta Renfri ve adamları acımasız katiller, Büyücü Stregobor ise bilge bir büyücü olarak tanıtılıyor. Ama her iki tarafın birbirlerine yaptıklarını ve maruz kaldıkları şeyleri öğrendiğimizde kime hak vereceğimizi şaşırıyoruz. Üstüne akıl oyunları ve entrikalar girince işler hepten karmaşık bir hal alıyor…
Geralt’a “Blaviken Kasabı” unvanını kazandıran bu bölüm, uyarlandığı hikâyeye epey sadık olmasıyla da dikkat çekiyor. Hikayede ufak tefek değişiklikler var tabii. Mesela Geralt, Blaviken’e ilk geldiğinde Muhtar’la değil de kızıyla konuşuyor. Hatta Büyücü Stregobor’u görmeye de onunla gidiyor. Aralarda Ciri’nin saray hayatını ve Nilfgaard’ın Cintra’yı işgal ettiğini gördüğümüz ekstra sahneler de var. Bu kısımlar gerçekten de çok etkileyici olmuş.
Uzun lafın kısası, “Sonun Başlangıcı” hem durmadan iyiyle kötü arasında sıkışıp kalan ve en sonunda kurtardığı kişiler tarafından nankörce dışlanan Geralt’la (Witcher) tanışmak için güzel bir bölüm olmuş. Aralara konulan ek sahneler de diğer karakterleri tanıtmak ve dünyayı (kitap serilerinden ve video oyunlarından bir haber) izleyiciye sunmak adına başarılı bir iş çıkarıyor.
Witcher 2. Bölüm İncelemesi: Four Marks
“Dört Altın” adını taşıyan ikinci bölüm kısmen “Dünyanın Ucu” adlı öyküden uyarlanmış. Ama dizinin ilk bölümü ne kadar başarılı ve kitaplara sadıksa bu bölüm de (maalesef) o kadar doğaçlama ve vasat…
Dört Altın’da bir yandan Geralt ile Dandelion’ın (ya da orijinal adıyla Jaskier) ilk kez karşılaşmasını ve köylülerin “şeytan” dediği bir yaratığın peşine düşmelerini izliyoruz. Diğer taraftan ise Geralt’ın en büyük aşkı Yennefer’la tanışıyoruz. Kendisini ilk olarak gençlik günlerinde kambur ve yaşadığı köy halkından ve ailesinden dışlanan ve henüz bir büyücü olmadığı zamanlarda görüyoruz. Büyücülük yeteneğinin ortaya çıkmasının ardından, Aretuza Büyücülük Okulu’na götürülmesine tanık oluyoruz.
Yennefer’ın bu bölümdeki çarpık ağızlı, kambur hâli kitaplarda bire bir anlatılmıyor. Ama bir büyücü olmadan önce bir tür fiziki bozukluklara sahip olduğunu okuduğumuz satır aralarından biliyoruz. Eğitiminin de aşağı yukarı dizidekiyle paralel olarak bir şekilde gerçekleştiği biliniyor. Buraya kadar kitaplarla ters düşen bir durum yok. Fakat Istredd işin içine girdiğinde dizinin tadı fena hâlde kaçıyor.
Istredd’i hatırladınız mı? Kader Kılıcı’nın “Buz Parçası” adlı ikinci öyküsünde Yennefer’ın eski bir sevgilisi olarak karşımıza çıkan ve onun sevgisi uğruna Geralt’la mücadele eden büyücü kendisi. Hani şu gri gözlü, kuzgun saçlı adam… Politik doğruculuk adına dizide kendisini siyahi bir oyuncu canlandırıyor maalesef. Birkaç bölüm boyunca Yennefer’la aralarında anlamsız yere uzatılmış romantik sahneler yaşanıyor. Yennefer büyük bir büyücü olmasını inadına ve cazgırlığına değil de Istredd’in sevgisine ve desteğine borçluymuş gibi gösteriliyor. Muhtemelen Buz Parçası’ndan uyarlanan bölümde Geralt ile Istredd’in arasındaki mücadele duygusal açıdan daha etkileyici olsun diye yapılmış bir değişiklik bu. Yine de can sıkıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Öte yandan Ciri’nin yaşadıklarına tekrar odaklanıyoruz. Fakat ne kitap ne de oyunlarla hiç bir paralellik barındırmaktan öte bir tutum ile dizi kendine has bir çizgi çıkartıyor. Onu daha ilk bölümden ormanlarda bir kaçağa dönüştürdükleri için Geralt’la karşılaşıncaya dek başından geçenler için olabildiğince Witcher evreninden uzak bir senaryo seçimi yapmışlar. Yazılan senaryo, Sapkowski’nin anlatımının yanında oldukça basit kalıyor.
Neyse ki Dandelion var! Geveze, boşboğaz ve çapkın ozanımızı oynayan aktör, gerçekten de iyi bir iş çıkarmış. Keza Torque’la yaşadıkları sahneler de oldukça güzel olmuş. Fakat dizi burada da ilk bölüme nazaran kitaplardan çok daha farklı bir çizgi izliyor ve olaylar epey farklı ve birbirinden kopuk gelişiyor. Dahası, bu güzel öykü neredeyse oldu bittiye getirilip çok kısa bir şekilde anlatılmış maalesef. Yine de bu bölüm elflerin bu evrende yaşadığı ve maruz kaldıkları içler acısı durumları anlatmakla da güzel bir iş çıkarmış.
Witcher 3. Bölüm İncelemesi: Betrayer Moon
Bölümün adından da ufak bir ipucu yakalayacağınız, “Hain Dolunay” Geralt’ın en ünlü ve ilk macerasından, Striga ile dövüştüğü öyküden uyarlanma. Açıkçası ilk bölümde beklemiş olduğum bir karşılaşmaydı. Temerya’da ölümcül bir canavarın kol gezdiğini ve başına epey yüklü bir ödül konduğunu duyan Geralt soluğu burada alıyor. Ama kendisinden önce başka bir Witcher parayı alıp ortadan kaybolup köylüleri dolandırdığı için onu pek de sıcak karşılamıyorlar.
Kitaptaki öykünün aksine onunla anlaşan ve kendisini Kral Foltest’e tavsiye eden kişi Triss Merigold oluyor. Hem Triss hem de Foltest için seçilen oyuncuların maalesef beklentileri karşıladığını düşünmüyorum. Olaylar da öyküden biraz daha farklı gelişiyor. Bununla birlikte Geralt’ın Striga’yla olan destansı kapışması diziye çok güzel aktarılmış ve heyecanla bir çırpıda izleyebilirsiniz. Aralarda Ciri ve Yennefer’ın öyküsü de ayrı ayrı devam ediyor. Ancak ikisi için de bir ilerlemeden çok, sadece izleyenlere unutturmama çabası güdülüyor.
Witcher 4. Bölüm İncelemesi: Of Banquets,Bastards and Burials
İlk kitaptaki “Bedel Meselesi” adlı öyküden uyarlanan bu bölümde geçmişe dönüp Geralt’ın Dandelion’la birlikte Cintra’daki bir kraliyet şölenine katılmalarını izliyoruz. İlk bölümde Nilfgaard tarafından yakılıp yok edilen şehir sapasağlam karşımızda ve Kraliçe Calanthe kızı Pavetta (Ciri’nin annesi) için münasip bir eş arıyor. Yani Ciri henüz doğmamış. İzleyen birkaç arkadaşımla konuştuğumda, zaman konusundaki bu belirsizlik biraz kafa karışıklığına neden olmuş. Kitapları okumayan birinin şaşırması işten bile değil. Aynı durum ilerleyen bölümlerde de karşımıza çıkıyor ve aslında Geralt’ın maceralarını izlerken geçmişe, Ciri’nin başından geçenleri izlerken ise günümüze doğru gittiğimizi yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz.
Bu bölümde Yennefer’ı daha az, Ciri’yi ise daha çok görüyoruz. Genç kızımızın yolu nihayet Brokilon ormanlarına düşüyor. Dryadların tasarımını sevdiğimi belirtmem gerekiyor. Ama Brokilon’un gümüş gözlü, sapsarı saçlı hanımı Eithné’nin rastalı saçlara sahip, siyahi bir kadın tarafından canlandırılması hiç olmamış… O soğuk ve korumacı hükümdar gitmiş, yerine bir teyze gelmiş resmen…
Witcher 5. Bölüm İncelemesi: Bottled Appetites
Bu bölüm ikinci kitabın “Son Dilek” öyküsünden uyarlanmış. Geralt ve Dandelion bir göl kenarında karşılaşıyorlar. Witcher suya ağ atıp duruyor ve bir cin aradığını söylüyor. Ozan buna kahkahalarla gülüyor elbette… Ama çok geçmeden cin diye bir şeyin gerçekten de var olduğunu öğrenmekle kalmıyor, üstüne bir de onun saldırısına uğruyor.
Geralt, ses tellerinden ölümcül bir şekilde yaralanan ozanı kurtarmak için onu atının üstüne atıyor ve soluğu en yakın yerleşim yerinde alıyor. Ancak Dandelion’ı sadece bir büyücünün iyileştirebileceği anlaşılıyor. Civardaki tek büyücününse Yennefer’ın kendisi olduğu ortaya çıkıyor… Böylece Geralt (henüz bilmese de) en büyük aşkıyla tanışmış oluyor.
Bölüm büyük oranda kurgulandığı öyküye sadık bir şekilde ilerliyor ve izlerken izleyiciye büyük bir keyif veriyor. Geralt ile Yennefer’ın aşkının nasıl başladığından tutun da cinin gerçekleştirdiği dileklere kadar her şey aynı şekilde aktarılmış.
Ana hikâyenin dışında Ciri’nin hikayesini yine aralarda görmeye devam ediyoruz. Sevgili Fareçuval (oyunlarda Ermion diye geçen druid) ise bu bölümde kitaplarda yer almayan, üzücü bir olay yaşıyor.
Witcher 6. Bölüm İncelemesi: Rare Species
Kader Kılıcı’nın açılış öyküsü olan “Olasılıkların Sınırı” öyküsünden uyarlanan bu bölümde meşhur Borch Üçkarga ve iki Zerrikanya’lı korumasıyla karşılaşıyoruz. Açıkçası çok büyük merak ve heyecanla beklediğim bir karakterdi. Ama Borch’u kısa boylu ve yaşlı bir adam olarak görünce bir parça hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmem gerek. Fakat korumaları Tea ve Vea tam hayal ettiğim ve olmaları gerektiği gibi… Yarpen Zigrin ise köse sakalıyla olmasa bile küfürbaz ve asabi karakteriyle kitaplardaki hâlini aratmıyor.
Geralt, Dandelion, Borch, Yarpen, Sör Eyck ve Yennefer’ın da dâhil olduğunu kalabalık bir av ekibi, civar köylere dehşet saçan bir ejderhanın peşine düşüyor bu bölümde. Hikâyenin aksine kral ve tebaası av ekibine katılmıyor. İnsanlar, cüceler ve büyücüler arasındaki gergin ilişkinin yanı sıra her grubun Witcher’lara olan bakış açısı da çok güzel bir şekilde işleniyor bu bölümde. Ufak tefek değişiklikler de olsa izlemesi gayet keyifliydi.
Ciri’nin hikâyesiyse yine kitaplarda hiç yaşanmamış, tamamen senaristlerin bölüm akışı için uydurmuş olduğunu düşündüğüm ara detaylarla sahnelerinde devam ediyor.
Witcher 7. Bölüm İncelemesi: Before a Fall
Bir kez daha zaman döngüsünün başa sardığı ve Cintra’nın Nilfgaard tarafından henüz yakılıp yok edilmediği yıllarda başlıyor yedinci bölüm. Nihayet kaderinden kaçamayacağını anlayan Geralt şehre dönüp Ciri’yi almaya gidiyor. Ama Calanthe tarafından reddediliyor.
Diğer yandan Yennefer ile Istredd yıllar sonra yeniden karşılaşıyor ve aşkları yeniden alevleniyor. Bu esnada büyücüler konseyiyse Nilfgaard işgaline karşı kuzey krallıklarını birleştirip birleştirmemeleri üzerine tartışıp duruyor.
Sezon finaline bir nevi geçiş bölümü havasında geçen bu bölüm geçmişte yaşananları şimdiki zamana bağlıyor ve ilk bölümde anlamadığımız, havada kalan diyalogların manasını ortaya çıkarıyor.
Witcher 8. Bölüm İncelemesi: Much More
“Something More” adlı serinin meşhur öyküsünden uyarlanan bu sezon finali bölümünde Geralt kayıp Ciri’nin izine düşüyor. Ancak yolculuğu sırasında bir köylüyü korumaya çalışırken ciddi bir şekilde yara alıyor.
Diğer yandan kuzeyli büyücülerin Sodden’da Nilfgaard ordularına karşı verdiği ünlü mücadeleye şahit oluyoruz. Sodden Savaşı kitaplarda tüm kuzey krallıklarının, cücelerin ve büyücülerin farklılıklarını bir kenara atıp birlik olmalarıyla kazandıkları bir muharebe olarak anlatılır. Dizideyse Yennefer’la diğer büyücülerin Nilfgaard ordularına karşı verdiği ümitsiz mücadeleyi görüyoruz. Farklılıklara rağmen heyecanlı ve seyir zevki için güzel sahnelerdi. Eee malum kavuşma sahnesi ise epey farklı ama yine de duygulandırıcı bir şekilde orada karşımızdaydı işte. Eğer bunu izlerken boğazınız düğümlendiyse bir de kitaptakini okuyun ve deneyimleyin.
Kapanışı yaparken, yazımızı okuduğunuz için teşekkür eder ve eleştirilerinizi bize mail olarak ya da YazBuz üzerinden iletebileceğinizi hatırlatmak isterim.
Bu inceleme yazısı hoşunuza gittiyse, sansasyon yaratan dizilerden bir diğeri olan Black Mirror hakkında yazdığımız Black Mirror Kısa Özeti ve Black Mirror Bölüm Önerisi yazımızı da inceleyebilirsiniz.