Birçok duyguya hitap eden Big Fish, görsel içerik ve doğru müzik seçimleri ile yayınlandığı dönemden bugüne çok fazla dikkat çekmektedir. Buna ek olarak, iyi bir oyuncu kadrosuna da sahip olduğunu söylesek abartmış olmayız. Filmde; Star Wars’tan tanıdığımız Ewan McGregor, American Horror Stroy’den bildiğimiz Jessica Lange, Fight Club’tan Helena Bonham Carter ve daha nicesini görmek mümkün. Özellikle son sahnesi ile akıllara kazınan filmi, Big Fish inceleme yazısında tüm detayları ile ele aldık.
“Bazı Şeylerin Gerçekte Nasıl Olduklarını Bilmek İstiyorum”
Bir şeyin gerçek olması için onun tamamen nesnel bir şekilde aktarılması mı gerekir? Araya giren birkaç detay veya süslü bir anlatım o şeyin gerçekliğini elinden mi alır? Tim Burton, film boyunca iki zıt karakter olarak işlenen baba oğulun gerçekliğe yaklaşımları üzerinden bizlere bu soruların cevabını düşündürür.
Filmde, Edward Bloom (Albert Finney) ve oğlu Will Bloom (Billy Crudup) zıt kutuplar şeklinde işlenir. Edward, bizlere renkli ve macera dolu bir dünyanın kapılarını aralatırken; Will ise somut gerçekliğe sımsıkı sarılır. Bizler de film boyunca hayal ve gerçeklik sınırında taraf tutarken, Edward’ın doktorunun anlattığı bir olayla aydınlanma yaşarız. Will, birçok kez babasından doğum hikayesini dinlemiştir. Bu, gerçeküstü gözüken ve zaten onun da inanmadığı bir hikayedir. Doktoru da bunu bilir ve Will’in inatla esas hikâyeyi irdelemesi üzerine en sonunda ona doğum anında gerçekten yaşananları anlatır. Yaşananlar tümüyle sıradandır, ancak üzücüdür ve babasının ona anlattığı gibi doğaüstü hiçbir yanı yoktur. Bu iki senaryonun art arda verilmesi üzerine Edward’ın çocuğunun doğum anını iş seyahati yüzünden kaçırdığını öğreniriz. Oğlunun gerçeği böyle bilmesi yerine bazı bir hikâye sunmanın daha iyi olacağını düşündüğünü görürüz.
Irmaktaki Büyük Balık Yakalanamadığı için Büyük
Filme adını da vermiş olan büyük balık metaforu, geleceği gören cadının Edward’a söylediği bu sözle daha da anlamlanır. Edward; birçok kişiden farklı, geniş bir hayal dünyasına sahip, eğlenceli bir karakterdir. Bu durum, onun gençliğinin betimlendiği anlardaki ütopik tasarım, ortamdaki karakterlerin farklılığı ve canlı renklerin kullanımı şeklinde izleyicilere aktarılmıştır. Ayrıca bu durum, onun sahnelerindeki deniz kızı, dev Karl, kasabanın anahtarı, yapışık ikizler ve canlanan ağaç gibi gerçeküstü detaylarla da desteklenmiştir.
Edward cesur bir karakterdir. Bu durum da çocukluğunda yaşadığı bir olaydan kaynaklanır. Edward’ın yaşadığı kasabadaki bir rivayete göre orada yaşayan bir cadı vardır ve bu cadının gözüne bakan kişiler nasıl öleceklerini görür. O da merak eder ve cadının yanına gidip gözlerine bakar. Böylece nasıl bir sonu olacağını bilir. Artık o anda ölmeyeceğini bilir ve korkusuzca anı yaşamaya başlar. Böylece, sıradanlıktan uzak ve dilediği gibi güzel bir hayat sürer. Benzersiz hayal gücü onu nereye götürürse oraya gider, canı ne isterse onu yapar. Kafasına koyduğu şeyi sonuna kadar diretir. Bunu da karısı ile evlenmeden onun için yaptıkları ile daha net görürüz. Onunla tanışabilmek uğruna çok çabalar. İmkansızı oldurur ve sonunda gerçekten de onunla mutlu bir hayat sürer.
Edward’ı izlerken ona imrenmemek mümkün değil. Ütopik bir tasarım gibi duran hayatında hiçbir zaman iş veya para kaygısı, sinir ve stres yoktur. O her zaman geleceğe ve güzelliklere odaklanır. Karısı onunla evlenmeden önce başkasıyla nişanlı olsa da bunu kabullenmez ve uğruna mücadele eder. Ama bunu karakterinden ödün vermeden yapar, kavgasız dövüşsüz. Yere, göğe sevdiği kadının ismini yazar mesela. Onun sınırı gökyüzüdür, çabası güzelliktir. Bu yönüyle herkesten ayrışır filmde. “Nehirdeki en büyük balık yakalanamadığı için büyüktür.” sözü de tam da burada anlamlanır. O günlük hayatın koşuşturması veya tekdüzelik olmadan başlı başına biricik bir karakterdir. Nehirdeki tüm balıklardan ayrışan büyük balık da o’dur aslında.
“Kongo’daki Afrika Papağanları Sadece Fransızca Konuşur”
Bu, Edward’ın yemek masasında ailesiyle otururken kurduğu bir cümledir. “Normal” insanlar hep beraber otururken daha çok günlük sıkıntılarından, koşuşturmalarından bahseder veya kimi zaman konuşmazlar. Fakat artık çok da sıradan bir tip olmadığını bildiğimiz ana karakterimiz, böylesine garip bir konuyu masaya taşır. Çünkü klasik muhabbetler onun ilgisini çekmez ve sıradandır. O, bunu söylerken diğerleri garip bir ifadeyle yüzüne bakarlar.
Edward, bu sözüne “Onlar her şey hakkında konuşurlar, din hariç.” şeklinde devam eder. Burada önemli olan birkaç detay vardır. Bunlardan ilki, hayvanlar üzerinden bu kişiselleştirmenin yapılması ve film boyunca da ara ara yer verilen didaktik detaylardan biri olmasıdır. Bir diğeri ise aslında din gibi ciddi veya karşısındaki kişin onu yanlış anlamasına açık bir konunun onun hayal dünyasında işinin olmadığıdır.
Sonuç
Maddi kaygılar ve bir yerlere yetişme çabası, çağımızın en büyük dertlerinden. Daha bunun gibi birçok şey, çocukken kurduğumuz hayallerden bir an önce soyutlanıp gerçek hayata entegre olma çabasına girmemize yol açtı. Böylece bizler de sıradanlaştık. Ortak bir kaygımız ve tekdüze bir hayatımız oldu. Filmde, tam da bunun sembolü olarak karşımıza çıkan Will karakteri ile kendi yansımamızı gördük belki de. Yine de herkes bu genellemeye tabi değil. Arada ayrışan ve farklı dertleri olan, çoğunluğa ayak uydurmamış Edward gibileri de var. Bütün zorluklara rağmen yine kendi yolunu çizebilen ve bedenine hapsedilmemiş. Bu ikisi de bir seçenek. Önemli olan kendi yolculuğunda, Edward gibi hayatının öznesi mi olacağına, yoksa Will gibi başkalarının hayatını dinleyen biri mi olacağına karar verebilmek.
Farklı filmlerin dünyasında kaybolmak istiyorsanız, sizin için güzel bir önerimiz var: Mullholland Çıkmazı İnceleme: Anlamayanlar için İnce Detaylar