Sinema

The Batman İncelemesi: Bu Sefer Olmuş mu?

the batman incelemesi

4 Mart’ta vizyona giren, Matt Reeves’in daha çıkmadan çok heyecanlandıran filmi The Batman, incelemesi filmi izleyen binlerce kişinin merakla beklediği içeriklerden birisi. Senaryosunu Peter Craig ve Matt Reeves’in yazdığı film, son olarak Ben Affleck ile izlediğimiz Batman karakterini, herhangi bir sinematik evrene dahil etmeden kendi evreni içerisinde ele alıyor. Şu ana kadar filmin yakaladığı başarıyı, açılış hafta sonunda dünya çapında elde ettiği 250 milyon dolar üzerinden ya da Rotten Tomatoes (%90 İzleyici Skoru) ve MetaCritic (8.5 İzleyici Notu) gibi eleştiri sitelerinden görebilirsiniz. Ancak Batman çizgi romanlarını sevenler için filmin yakaladığı başarı bunlarla alakalı olmayacaktır.

Bu yazımızda The Batman incelemesi için önce spoilersız bir başlık yazacağız. Sonrasında da izlemiş olan okuyucularımız için filmi üç ana başlık altında spoilerlı bir şekilde inceleyeceğiz. Her halükarda yazımızı okumadan önce filmi izlemiş olmanızı tavsiye ederim.

Spoilersız The Batman Üzerine

batman
Henüz filmi izlememiş olanlara spoilersız bir The Batman incelemesi hazırladık.

2 saat 55 dakika süreli film birçok kişinin üzerinde hemfikir olduğu gibi bence de başarılı bir filmdi. Kahramanlarını noir tarzı bir dünyanın içine sokan ve bu dünyaya uygun bir şekilde suç öğeleriyle çevreleyen bir senaryo var karşımızda. Batman karakterinin bir süper kahraman olarak içine sokulabileceği belki de en mantıklı dünya budur. Halihazırda DC’nin Watchmen gibi bu tarz işlerde başarısını kanıtlamış yapımları olduğu için Batman konusunda da bu seçim oldukça yerinde olmuş.

Film, dört dörtlük bir şekilde başlayıp, vermek istediği havayı oldukça güzel bir şekilde izleyiciye sunuyor. Ancak çözüm kısmında yetersiz kalışı, giriş ve gelişme kısımlarında yaratılan gerilimin altından kalkamıyor oluşu izleme keyfini son demlerinde biraz baltalıyor. Bu yüzden parasını oldukça hak ettiğini baştan anlayacağınız filmden çıktıktan sonra kafanızda bazı soru işaretleri ile karşılaşabilirsiniz. Son olarak filmde yer alan oyuncuların hiçbirinin sırıtmadığını da büyük bir iç rahatlığı ile söyleyebilirim. Bir sonraki başlıklarda bu konuya geniş olarak yer vereceğiz ancak Robert Pattinson’ın çok iyi bir Batman olduğunu söylemeden geçmeyeceğim.

Spoilersız kısımda son olarak filmin müziklerinin de oldukça başarılı ancak biraz yetersiz olabileceğini söylemek isterim. Michael Giacchino oldukça akılda kalıcı, filmde de gerilimi destekleyici doğru notaları bir araya getirmiş. Hanz Zimmer’ın başarısından sonra böyle bir çalışma çok az kişinin umut edebileceği bir şeydir. Yine de bulunan bu notaların çeşitliliğinin az olması filmde de her yerde karşınıza çıkmasını sağlıyor. Akılda kalıcığı da buradan geliyor sanırım. Bu kısımdan sonrası filmle alakalı birçok spoiler içereceğinden izlememiş olanları son defa tekrar uyarmak istiyorum.

**SPOILER ALARMI**

Senaryo Açısından The Batman

the batman
The Batman, diğer Batman filmlerinin aksine bir süper kahramanın doğuşunu konu edinmedi.

Peter Craig ve Matt Reeves’in filmin senaryosu ile alakalı yaptığı en doğru işlerden ilki, Batman’in doğuş hikayesini es geçmeleri olmuş. Bu zamana kadar içeriğinde Batman karakteri olan ondan fazla film izledik ve neredeyse yarısından fazlası Batman’in nasıl doğduğunu anlatıyordu. Batman Begins filmi ile birlikte artık bunun bırakılması gerekiyordu ve ancak Peter Craig ve Matt Reeves bunu akıl edebilmiş gibi duruyor. Bu açıdan filmin, Batman’in Gotham gecelerindeki ikinci senesinde yer alıyor olması benim çok hoşuma gitti.

İkinci senesinde yer alıyor olması ayrıca hoş bir durum çünkü bu Batman kusursuz ya da kusursuza yakın bir Batman olarak çıkmıyor karşımıza. Kendisinin filmin başından sonuna kadar birçok anlamda gelişmesine ve öğrenmesine şahit oluyoruz. Filmin başında kendisinin de birçok kez ifade ettiği gibi korkulan bir simge olmak istiyor. Görüyoruz ki, kurtardığı kişiler bile Batman’den korkuyor. Polisler kendisini gördüklerinde hiç hoşnut olmuyorlar. Filmin sonunda ise kurtardığı kişilerin onu bırakmak istemediklerini, polislerin onunla iletişim kurup ona yardım etmek istediklerini görüyoruz. Böylece Batman’in kişiliği de gelişiyor ve sadece korkulan bir simge olmaktan daha fazlasına evriliyor.

Batman’in kişiliği… Bruce Wayne filmde en az yer alan karakter desek hiç yanlış olmaz sanırım. Bruce için bile Bruce Wayne diye bir kişilik şu raddede bulunmuyor olabilir. Genel olarak Batman karakterinin zaman çizelgesi de buna uygundur zaten. Öncelikle Batman karakteri kendini bulur ve oturur. Daha sonra Bruce Wayne karakteri şekillenir. Film bu ikisini birlikte yapmamayı tercih ederek sadece Batman kısmına odaklanıyor, ki yine oldukça doğru bir seçim olarak görüyorum ben bunu. Çünkü senaryo da en nihayetinde buna hizmet edecek şekilde sonlanıyor.

Senaryodaki Bazı Sıkıntılar Üzerine

Riddler
The Batman – Riddler

Her ne kadar oldukça sağlam temeller üzerine kurulu bir şekilde başlamış olsa da, o kadar sağlam bir şekilde final yapan bir senaryo yok elimizde. Sağlam temellerini Batman’in köklerinde de bulunan dedektiflik hikayelerinden alıyor. Bu hikayelerde yer aldığını bildiğimiz ilk kurbanın bulunuşu, ipucu ile bir sonraki kurbana gidiş ve hepsinin birbirine bağlayarak daha derin bir anlama kavuşması elementlerini kullanıyor. Yine uygun bir şekilde Riddler karakterinin bu eylemlerini kişisel bir meseleyle de bağdaştırıyor. Ancak film, Riddler karakterinin bu eylemler sonucu elde edeceklerini bir türlü tam olarak bağlayamadı bence.

Riddler sistemdeki yozlaşmış kişiler tarafından yalnız bırakmış bir kişidir. Bu yüzden sistemdeki yozlaşmış kişilerin foyalarını, cezalarını verdikten sonra yani onları öldürdükten sonra ortaya çıkarmak istemektedir. Bütün bunları başarıyla yaptıktan sonra da sisteme olan inancı kalmadığı için yeni seçilen Mayor karakterimizi de öldürmek istiyor. Ancak bu kısımda “Şehre su bastırmasının amacı nedir? Yaptığıyla birlikte bizi sistemin kötülüğüne nasıl ikna edebilecektir?” sorularının ucu kopup gidiyor. Siz Riddler’ın restoranda yakalandığı yerde filmin biteceğini beklerken film size “Anlatacağım birkaç şey daha var” diyor ama bunu Riddler açısından beceremiyor oluşu ağızda kötü bir tat bırakıyor.

Oyunculuklar Açısından The Batman

the batman
The Batman filmindeki oyuncuların hepsi kendi kanıtlamış başarılı oyuncular.

Filmde bulunan oyuncuların neredeyse hepsi son derece yeterli ya da harika performanslara sahipler. Bunları da minik minik bu karakterler ve hikayedeki rolleri açısından ele almak sanırım en doğrusu olacaktır. Filmde yer alan önemli karakterler ve oyuncularını önce şu şekilde sıralayalım:

  • Batman/Bruce Wayne – Robert Pattinson
  • Catwoman/Selina Kyle – Zoe Kravitz
  • Riddler/Edward Nashton – Paul Dano
  • James Gordon – Jeffrey Wright
  • Carmine Falcone – John Turtturo
  • Penguin/Oswald Cobblepot – Colin Farell
  • Alfred Pennyworth – Andy Serkis

Öncelik tabii ki filmin baş karakteri olan Batman’in olacak. Robert Pattinson, Batman karakterinin sahip olduğu öfkeyi ve ağırbaşlı tavırları ifade etmekte son derece başarılı olmuş. Bruce Wayne kısmında bu kadar emo bir tarz seçilmesi kendisinin suçu değil ancak o kısımda da çok fazla sırıtmıyor ve devam filmi gelirse burada da gerekeni yapacağını hissettiriyor.

Zoe Kravitz de Pattinson’ın Batman’ine uygun bir şekilde Catwoman imajı sunmayı başarmış.

Riddler, senaryo icabı çoğunlukla maskeli bir şekilde gördüğümüz bir karakter ancak sadece final aşamasında Paul Dano’nun hapishane sahnesindeki oyunculuğu bile karakteri ne kadar iyi yansıttığını anlamamıza yetecektir.

Jeffrey Wright da Gordon rolüne yeterliliğini göstermiş. Henüz kendisi Başkomiser rolünde olmadığı için o kadar işin içinde göremiyoruz ancak oraların da altından kalkacağını kanıtladığını düşünüyorum.

Filmin yardımcı kötüleri Falcone ve Penguin rolleri de kendilerine uygun bir şekilde oyuncular tarafından oynanmış. Amerikan şehrinde İtalyan bir mafya babası olmanın ağırlığı Falcone kısmında iyi yansıtılırken, Penguin’in yükselme hırsını da hissedebiliyorsunuz.

Alfred de, Gordon gibi senaryoya katkı anlamında çok az yer alan hatta yer almasa da olur karakterlerden birisi olarak yer görünüyor. Yine de yokluğunda, Alfred nerede ya diyeceğimiz için yer alıyor oluşu kötü bir durum değil. Bruce Wayne karakteri ile daha çok haşır neşir olacağımız bir filmde Alfred’in rolü de oldukça önemli olacaktır. Andy Serkis çok başarılı bir aktör olsa da bu role uygun kişi mi tam olarak anlaşılmıyor.

Sinematografi Açısından The Batman

the batman
The Batman filmi sinematografik açıdan oldukça başarılı.

The Batman, sinematografi açısından baştan sona son derece müthiş bir film. Final kısmında bıraktığı acı tadı da bu şekilde bertaraf etmeyi başarıyor. Dünya tasarımından tutun, karakterlerin duruşlarına kadar her ayrıntı için çok çalışıldığı belli oluyordur zaten. Bu başarının arkasındaki isim de Dune filminde de kendisini görüntü yönetmeni olarak gördüğümüz Greig Fraser. İzlemediyseniz eğer Dune filminin de sinematografik açıdan ne kadar harika gözüktüğünü ve bu açıdan çok fazla övüldüğünü söylemek isterim.

Gotham şehri bütün Batman filmlerinde çok dikkat edilen bir ayrıntıdır. Şehrin suçla ve yolsuzlukla dolu sokakları her zaman korkutucu bir şekilde çiziliyor. Çok da eskiye gitmeden Batman Begins filminde gördüğümüz Gotham, bu zamana kadar elimizdeki en iyisiydi sanırım. Ancak bunu salt bir görsel ustalıkla gösteren ilk film The Batman diyebiliriz. Noir türünün de etkisiyle yağmurun çok az dindiği, karanlıklarından her Kara Şovalye’mizin çıkabileceği harika bir Gotham resmedilmiş. Sadece bununla da kalınmamış izleyicinin gözünde de bu açıkça belli edilmiş bir durumda. Gözetleme anlarında olsun, şehrin bazı kesimlerinin çekiminde olsun bulanıklık, kesiklik, ışıkların yanıp sönmesi gibi ayrıntıların hepsi Gotham’ın resmedilmesi konusunda birer araç olarak kullanılıyor.

Filmin sinematografik gücünü Batman’in karakter değişimi ve gelişiminde de görebiliyoruz. Final sahnesinde elektrik kablosunu kestikten sonra suya düşmesi ve sudan geri çıkması yaşadığı değişime dair oldukça etkileyici bir metafordu. Yaktığı meşale ile peşinden gelen Gotham halkının çekimi dışında bütün film boyunca Batman’in karanlıklar içinde yavaşça çıkması korku öğesini de son derece güzel yansıtıyor. Kişisel olarak en beğendiğim sahne ise Penguin’in yaşadığı araba kazasından sonra kendisine gelen Batman’i ters bir açıdan görmesiydi. Bize göre ters bir şekilde asılı duran yarasalara harika bir gönderme yapılmış.

Sonuç

Sonuç olarak elimizde oldukça uzun bir ekran süresine sahip bir detektif hikayesi bulunuyor. Birçok izleyici için bu süre gerçekten de uzun gelecektir. Final kısmında yapılan bağlam hataları da bunun en büyük sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Yoksa filmin ilk yarısı bir çırpıda geçip gidiyor. Hatta iki saatlik bölümün nasıl geçtiğini ben anlamadım bile. Bir de sondaki Joker sahnesi olmasa ne güzel olurmuş demeden alamıyorum kendimi. Zaten kendisine ikinci bir film yapılacak. Neden sürekli bu karakter üzerinden bir Batman senaryosu yazılmak isteniyor anlamıyorum. Oysa Gotham’da bu boşluğu doldurabilecek birçok kötü karakter bulunuyor.

Bu konuda Matt Reeves’in açıklaması içinize bir parça su serpecek olabilir. Kendisi Joker’in filmde daha çok sahnesinin bulunduğunu ancak kesildiğini söylüyor. İzlediğimiz son sahne de, yapılan test izlemelerinde Joker’in bulunduğu şeklin daha çok beğenilmesinden ötürü kalmış. Her halükarda ikinci film için bile konuşmanın çok erken olduğu bir aşamadayız. Şimdilik yeni Batman’in yer aldığı bu evrenle alakalı Matt Reeves’in dizi projeleri olduğunu biliyoruz. Devamını hep birlikte göreceğiz.

Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir