Pek çok defa yanlış bir kullanım içeriği ile erkek düşmanlığı olarak bilinse de, feminizmin anlamında böyle bir nefret içeriği yoktur. Bir tür ideolojik doktrin olarak kabul edilebilecek feminizmin daha ciddi ve geliştirici bir içeriği olduğunu söyleyebilir. Ancak feminizm üzerine konuşabilmek için önce “Feminizm ne demek?” sorusuna cevap vermek gerekir. Hazırsanız hep birlikte bakalım neymiş şu feminizm dedikleri!
Feminizm Nedir?
Sanıldığının aksine feminizm erkeklerden nefret etmek veya erkek düşmanlığı değildir. Aslına bakarsanız feminizmin erkeklerle “doğrudan” bir ilgisi olduğu söylenemez. Bu öğreti, kadınlarla ve kadınların toplumsal konumlarıyla alakalı ideolojik bir doktrindir. Bu nedenle ancak dolaylı yoldan erkeklerle ilişkilidir. Gerçi günümüzde “erkeklik” ideali ile mücadele eden feminizm, erkeklerin özgürlüğünü de tartışmaya başlamıştır.
En temelde feminizmin, kadınların erkeklerle eşit sosyal haklara sahip olması gerektiğini savunan bir düşünce olduğunu söyleyebiliriz. Kadınların eşit oy hakkına sahip olma mücadelesi ile başlayan süreç zaman içinde diğer haklarla ilgili mücadele konularına da sıçramıştır.
Bu düşüncenin temelinde ontolojik olarak erkeklerin kadınlardan üstün bir pozisyonda olmadığı savunucu vardır. Yüzyıllardır süre gelen düşüncenin aksine feminist ideolojiye göre Tanrı, erkekleri kadınlardan daha üstün olarak yaratmamıştır. Veya erkeklerin kadınlardan daha üstün olmasını sağlayan ontolojik, varoluşsal, toplumsal veya siyasal bir gerçeklik düzleminden bahsedilemez.
Bu ontolojik eşitliğin toplumsal alanda da korunması gerektiğini savunan feminizme göre kadınlar da tıpkı erkekler gibi eşit çalışma, yaşama, eğitim alma ve benzeri gibi haklara sahip olmalıdır.
20. yüzyılın feminist mücadeleleri, kadın ve erkek arasındaki eşitliğe dayalı gerçek bir toplumsal sözleşme oluşturmuştur. Bugün ise yeni zorlukların bu ideolojik hedefle ilişkilendirildiğini söyleyebiliriz.
Günümüzde:
- Kadınların büyük şirketlerdeki yeri,
- Din özgürlüğü açısından kadın ve erkek eşitliği,
- Özellikle genç ve ergen kızların aşırı cinselleştirilmesi ve düzenli olarak bu konudaki tartışmaların yansımaları,
- Eril ifadenin tahakküm kurucu güç olmaktan çıkarılması,
- Kürtaj tartışmaları gibi pek çok tartışma, feminizm çatısı altında değerlendirilmektedir.
Buna ek olarak, işgücü piyasasında kadın ve erkek arasındaki eşitlik ve ücret eşitliği bugün hala önemli sorunlardandır. İş aile dengesi ve görevlerin paylaşımı ile ilgili konular da kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikler üzerine düşünmenin merkezinde yer almaktadır.
Hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir toplumda temel olan bu konular, kamusal alanda ve parlamento işlemleri bağlamında da tartışılmaktadır.
Tarihsel Süreçte Feminizm
Modern, demokratik ve eşitlikçi bir siyasi gelenek olan feminizm, toplumun her alanında kadın-erkek eşitliğini teşvik eden bir doktrindir. Günümüzde “dördüncü dalga” olarak bahsedilen modern feminist hareket bugünkü konumuna gelene kadar çeşitli gelişmeler yaşamıştır.
Kadın kurtuluşu kavramları, “birey” kavramıyla aynı zamanda 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu dönemde liberal bireyciliğin babası olarak kabul edilen İngiliz filozof John Locke da dahil olmak üzere dönemin düşünürleri tarafından benzer kavramlar tartışmaya açılmıştır.
Bu fikirlerin, 18. yüzyılda, Aydınlanma Çağı ile ivme kazandığını söyleyebiliriz. Ancak “feminizm” terimi bugünkü anlamıyla ancak 19. yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Bu tarihlerden önce genellikle kadının insandan çok eşya veya mal olarak konumlandırıldığını söylemek güç değildir.
İlk Yıllarda Feminizm
İdeolojik anlamda ilk feminist talepler, her şeyden önce, kadınların ve erkeklerin kanun önünde eşit olması için kurumları reforme etmeyi amaçlıyordu. Oy kullanma hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı ve mülkiyetlerinin kontrolünü elinde tutma hakkı ilk talep edilen haklardandı.
20. yüzyılda feminist mücadeleler siyasi kararları ve sosyal statülerini etkiledi. Kadınlar oy kullanma hakkını elde ettiler, işgücü piyasasına girdiler ve artık bedenlerini kontrol etme hakları vardı. Artık siyasi tercihlerini yapmakta, iş piyasasına girip girmemek konusunda ekonomik durumlarına karar vermekte, doğum kontrol yöntemlerini kullanmakta veya kullanmamakta ve hatta istenmeyen bir hamileliği sonlandırmakta özgürdürler.
1960’ların başına kadar, feministlerin eylemi, anne ve eş olarak rollerinin bir uzantısıydı. Kadınların toplumsal ve siyasal rolüne ilişkin bu geleneksel görüş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişmeye başladı.
Dünyanın hemen her yerinde, özellikle zamanın Kuzey Amerika tüketim toplumunda, kadınlar, kendilerini çocuklarına ve kocalarına adamak için evde kalmaya veya eve dönmeye teşvik edilmekteydi. Yaygın reklam, “evin kraliçeleri” için hayatı kolaylaştıran ve onları “esaretten” kurtaran yeni ev aletlerinin lansmanını yapıyordu. Bu güçlü akım, kadınların durumlarını belirleyen ve gerçek farkındalığı hızlandıran önemli değişiklikler yaşamasını engelleyemedi.
Zamanla kadınlar, daha fazla ev dışında çalışır ve yüksek öğrenime devam eder oldu. Ayrıca şimdiye kadar erkeklere ayrılmış işlere girmeye ve toplumda yüksek mevkilerde bulunmaya başladılar. Zaman içinde daha çok kadını hakim, üst düzey şirket yöneticisi, bakan, başbakan olarak görmeye başladık.
1960’larda kürtaj ve kadınların vücutları üzerindeki kontrolü konusundaki tartışmalar devam ediyordu. Günümüzde ise aile planlaması ve doğum kontrolü gibi daha ihtiyatlı ama aynı derecede temel hareketler, artan sayıda kadın tarafından uygulanmaktadır.
Birinci Dalga Feminizm
Günümüzde feminizm hareketinin dördüncü dalgasından bahsedilmekte. Günümüzün hümanist hareketi ise feminizmi benimsemiştir. Ancak çeşitli hümanizm türleri gibi, çeşitli feminizm dalgaları arasındaki gerilim her zaman mevcuttur.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yerleşik feminist hareketler öncelikle dört farklı zaman dilimine ayrılmaktadır. Genellikle birinci dalga, ikinci dalga, üçüncü dalga ve dördüncü dalga feminizm olarak adlandırılan farklı hareketler, benzer hedefleri paylaşır, ancak farklı eylem planlarına sahiptir.
Bu çeşitli feminizm dalgaları kadın hakları, medeni haklar ve sosyal adalet hareketleriyle iç içe geçmiş durumdadır. Bu hareketleri özellikle karakterize eden şey, yasalar önünde ve sosyoekonomik yapılarımız içinde eşitliğin savunulmasıdır. Bununla birlikte, bu çeşitli dalgalar arasındaki farklılıklar ve mevcut gerilim, önemli bir sorunun ana hatlarını çizmektedir. Soru şudur: Feminizm ne tür bir eşitlik arıyor?
Feminizm dalgaları, kabaca doğrusal bir zaman çizelgesi izleseler de doğrusal bir ilerleme ve bu ilerlemenin fikir birliğini içermezler. Bunun yerine, farklı kadın kuşakları arasındaki yoğun bakış açısı değişikliklerine sahiptirler.
19. yüzyılın sonlarında birinci dalga feminizm, öncelikle kadınların oy hakkı hareketi ve onların kadının oy hakkını savunmasıyla karakterize edilir. Kadınların oy hakkı hareketi Ida B. Wells, Ellen Watkins Harper ve Sojourner Truth gibi süfrajetler de dahil olmak üzere beyaz olmayan kadınları büyük ölçüde dışlamıştır.
1920’de 19. değişiklikle beyaz kadınlara oy kullanma hakkı sonunda garanti altına alındı. 45 yıl sonra 1965 Oy Hakkı Yasası ile tüm beyaz olmayan insanların oy kullanma hakkı garanti altına alınana kadar, beyaz olmayan kadınlar evrensel oy kullanma hakkına sahip olmayacaklardı.
İkinci Dalga Feminizm
İkinci dalga feminizm, kabaca 1960’lardan 1990’lara kadar, ücret eşitliği, üreme hakları, kadın cinselliği ve aile içi şiddet gibi çok daha fazla konuyu kapsıyordu. Feminizmin ilk dalgası gibi, bu hedeflerin çoğuna mevzuat ve önemli mahkeme kararları yoluyla ulaşıldı. Bununla birlikte, ikinci dalga hareketi ırksal adaleti kapsamak için bazı girişimlerde bulunmuştur.
Sınıf ve ırk, eğer dikkate alınırsa, ikincil konular olarak görülüyordu. Beyaz kadınlar ve beyaz erkekler arasındaki eşitsizlik azaldı, ancak beyaz olmayan kadınlarla beyaz erkekler arasındaki ve hatta beyaz olmayan kadınlarla beyaz kadınlar arasındaki eşitsizlik büyük ölçüde aynı kaldı.
Üçüncü Dalga Feminizm
Üçüncü dalga feminizm, 1990’ların ortalarından itibaren kadın heteronormativitesine meydan okuyarak ortaya çıktı. Bu dönem feministleri, kadınlığı yeniden tanımlamaya ve ırk, sınıf ve cinsel yönelimler arasındaki farklılıkları dikkate almaya başladılar.
Üçüncü dalga feministler feminizmi desteklerken, kadınsı idealin birçok klişesini reddederler. Hatta bazen “feminizm” kelimesinin kendisini bile reddederler. Bu hareket, ikinci dalgadan keskin bir kopuştu ve daha keskin hedeflerle karakterize olmuştu.
Dördüncü Dalga Feminizm
Dördüncü dalga feminizm ise son on yılda yeni ortaya çıkıyor, bu nedenle tanımlanması zor. Bununla birlikte, dördüncü dalga feminizmi, eyleme dayalı viral kampanyalar, protestolar ve toplumun kıyısından günlük haberlerimizin manşetlerine yükselen #MeToo gibi hareketlerle karakterize olarak değerlendirebiliriz.
Dördüncü dalga aynı zamanda “queer, cinsiyet-pozitif, trans-kapsayıcı, vücut-pozitif ve dijital olarak yönlendirilen” olarak nitelendirildi. Dördüncü dalga feminizm, toplumsal cinsiyet normlarını daha fazla yapıbozuma uğratmayı amaçlar. Bu feministlerin karşılaştığı sorun, sistemik beyaz erkek üstünlüğüdür.
Dördüncü dalgacılar, güç sistemlerini yapısöküme uğratan ve ırksal adaletin yanı sıra sınıf, engellilik ve diğer meselelerin incelenmesine vurgu yapan kapsamlı bir adalet anlayışı olmadan feminizm olamayacağına inanırlar.
Feminizmin çeşitli enkarnasyonları hakkındaki tartışmalar 2022’ye kadar devam ederken, feminizmin herkes için eşitlikle bağlantılı olarak ne anlama geldiğini düşünmeliyiz. Feminizm tarihinde önemli bir aşama, artık hareketin beyaz kadınların beyaz erkekler arasında eşitlik peşinde koşmaya çalıştıkları sürecin tamamlanması anlamına geliyor. Günümüzde dördüncü dalga feminizme göre, öğreti:
- Transları,
- Beyaz olmayanları,
- Cinsiyete uymayanları,
- Engellileri,
- Bir dine veya ortodoksiden farklı dine mensup olanları,
- Tüm marjinal grupları içermiyor ve desteklemiyorsa, o zaman herkes için eşitlik aramıyorsunuz demektir.
Konuya ilişkin keyifli okuyabileceğiniz bir içeriğimiz daha sizleri bekliyor: SJW Nedir? Nasıl Bir İdeolojidir?